ÇOCUK VE EDEBİYAT - ERDAL ÇAKİCİOĞLU

Benim Kahramanlarım

Hepimiz Aileyiz Kurumsal Icon hepimizaileyiz.com.tr
Yayın : 03.09.2012

Benim Kahramanlarım

Bu haftaki yazımı da edebiyat üzerine yazmayı planlamıştım aslında... Ama geçen hafta öğrencim ve meslektaşım sevgili Aycan Bozer’in facebook sayfamda paylaştığı “Sana İhanet Ettik Sevgili İstanbul” adlı seçki ve onunla ilgili yorumlar, bir anda yazı planımı değiştirdi.

Bu hafta, biraz da “Nasıl bir eğitim?” sorusuna yanıt oluşturacağı için, o seçki ve Çağlayan Lisesi’nde “olmaz”ları, “olanaksız”ları gerçekleştiren çocuklarımdan, öğrencilerimden, o eğitim kahramanlarından söz etmek istedim...

Bir ders saatinde (kırk dakikada) yazdırılan “İstanbul” konulu 870 kompozisyondan 185’ini seçip bir kenara ayırdım. Ve bu yüz seksen beş kompozisyonun içinde yer aldığı bir seçki yayınlamaya karar verdim (Bu seçkide yazısı yer alanlardan biri de bu yazımın yer aldığı siteyi kuran ve yöneten sevgili Cansu Buldu Çan’dır; böylece onların bugün hangi konumda oldukları kolayca anlaşılır)...

Ancak olanaksızlıklar içinde çırpınan bir varoş lisesinde büyük maliyetli bir iş yapmak, hele bir seçki yayınlamak, epey riskli bir işti... Ama öyle gözü kara çocuklarım vardı ki, riski düşünecek zaman bile bulamadan, kendimizi paldır küldür eyleme geçmiş bulduk. Hemen bir komite oluşturdular, benim sevgili kahramanlarım. Seçilen yazıları düzeltme çalışmalarına başladılar. Birkaçı da benimle birlikte, okul yönetimiyle konuşmaya geldi. Konuştuğumuz herkes yapacağımız şeye sıcak bakıyor ama sorumluluk almak istemiyordu. Her şeyden önce de okulun bu çalışmaya ayıracak parası yoktu...

Uzatmak istemiyorum... Ben bir maaşımı, komisyondaki ve tiyatrodaki çocuklar da birer hafta aç kalıp harçlıklarını vererek işin maddi boyutunu çözdük. Bu harika eseri, kardeşimin matbaasında (Depar Matbaacılık), sadece maliyet fiyatına bastırdık; hatta paranın önemli bir kısmını da ödeyemedik. Çünkü bizim hesaplarımıza göre, geri kalan borcumuzu seçkiyi okulda satarak ödeyebilecektik. Ancak ne olduysa (ya da kimler rahatsız olduysa) okul yönetimini ürküterek satışı yasaklattılar... Biz de parasız dağıttık doğal olarak. Okul aile birliği ve yönetim ilgilenmeyince, sonradan sahnelediğimiz tiyatro gösterisinden sağladığımız parayla borcumuzun bir kısmını ödedik, bir kısmı da kaldı... Kardeşim de istemedi zaten, sağ olsun.

Bu engel, işe atılırken her şeye hazırlıklı olan kahramanlarımı etkilemedi elbette... Etkileyemezdi de.

Çünkü onlar, daha öncesinde, daha büyük engellerle karşılaşmış ve her engeli bir bir yıkarak başarıdan başarıya koşmuşlardı. Yani başarıya giden yolda nelerle karşılaşacaklarını biliyorlardı ve bunlara hazırlıklıydılar...

Çünkü onlar, gerçek eğitimin yaparak, üreterek gerçekleşebileceğine inanmışlardı. Ve bu inançla birbirlerine öyle bir kenetlenmişlerdi ki, hiçbir güç onları yenemez, yollarından döndüremezdi...

Çünkü onlar, yaptıkları etkinliklerle içlerindeki korkuları yenip özgüvenlerini kazanmış; yeteneklerini keşfetmişlerdi. Ve bu özgüven duygusuyla, yollarını kapayacak her barikatı yerle bir edecek kararlılıktaydılar.

...

Ben eğitimle ilgili görüşlerimi daha önceki yazılarımda anlatmaya çalışmıştım... Burada yineleyerek siz sevgili okuyucularımı sıkmak istemiyorum.

Yalnız bir şeyi söyleme gereği duyuyorum: Eğitim ve öğretimle ilgili bilimsel yazıların, kitapların elbette herkese olduğu gibi bana da yararı oldu... Onlarla, en azından hayata ve eğitime bakış açımı kazandım.

Ancak öğretmenin eğitim öğretimdeki rolünü, eğitim öğretimin gerçek işlevini ve sonuçlarını, “okul” denilen laboratuvarda, bizzat uygulayarak öğrendim... İşte o nedenledir ki, benim asıl öğretmenlerim, bana öğretmenliği öğretenler öğrencilerimdir, diyorum. Onlardan aldığım ışık yolumu aydınlattı; onların ışığıyla yolumu buldum... Onlardan aldığım sevgiyle güçlendim; onların hep yanımda olan güçleriyle herkesin “olamaz” dediği şeylerin üzerine gidip onlarla “olanaksızları” gerçekleştirdim, gerçekleştirdik.

...

Bu mücadelede en sancılı dönemi oluşturan süreci; özellikle de kredili sistemin uygulamaya sokulduğu yılı anmak istiyorum...

Artık bütün Türkiye kamuoyunun bildiği gibi, bir Milli Eğitim Bakanımızın bir Amerika gezisi sonrası, ortaöğretim kurumlarında kredili sisteme geçilmesi, hiçbir altyapısı olmayan diğer bütün okullar gibi, bizi de güç durumda bırakmıştı. Kısa sürede, okulumuzun çevresinde mantar gibi batakhaneler türemeye başlamıştı. Alınan polisiye önlemlere karşın, öğrencilerimizin buralara gitmesini engelleyemiyorduk. Aramızda, “Atalım! Cezalandıralım! İpini çekelim!” diyerek kolaycı yaklaşımda bulunan öğretmen arkadaşlarımız ne yazık ki çoğunluktaydı ama mesleğinin sevgi mesleği olduğunun bilincinde olan, “kaybetmeyi değil, kazanmayı” yaşam felsefesi edinen arkadaşlarım da vardı. İşte bunlarla kafa kafaya verip çözümler aradık, çocuklarımızı batakhanelerden kurtarmak, korumak için... Bu yüzden, okulumuzun bahçesinde bile saldırdılar, tekerine çomak sokmak istediklerimiz ve adamları... Yumruk yumruğa kavga ettik, tehditler aldık, şikâyet edildik üst makamlara. Yılmadık; tersine, birbirimize daha sıkı sarıldık; daha ciddi önlemler, etkinlikler düşündük:

İlk aklımıza gelen, bir tiyatro çalışması başlatmak oldu... Başlattık. Yetenekli öğrencilerle kolaycı öğretmenlerin “serseri” olarak nitelediği öğrencileri harmanlayıp Turgut Özakman’ın “Ah Şu gençler” adlı oyununu çalışmaya başladık. Başladık ama okulumuzda çalışabileceğimiz bir mekân yoktu.

Benim Kahramanlarım

Koridorlarda, soğuk kış günlerinde, hafta sonları kaloriferler yanmadığı için titreyerek, hafta içi arka bahçede kar üzerinde dersi boş olanları toplayarak, kimi zaman da benim tabela atölyemde bir araya gelerek çalıştık yine de... Ve çalışmalarımızı, bizim salonumuz olmadığı için, Yıldız Üniversitesi’nin salonunda sahneleyerek taçlandırdık.
Başarmıştık... Çocuklarımızı batakhanelere kaptırmamakla kalmamış, bir tiyatro kültürü de oluşturmuştuk okulumuzda.

Benim Kahramanlarım

Öyle ki, olanaksızlıklarımıza aldırmadan, birçok öğretmen arkadaşımızın bıyık altından gülerek alay etmelerine kulak asmadan, ertesi yıl Liseler Arası Tiyatro Yarışması’na katılmaya karar verdik. İstanbul’un ve Türkiye’nin en ünlü, en donanımlı okulları da katılıyorlardı bu yarışmaya ve kimse bize şans tanımıyordu... Kahramanlarımın dışında! Ve o kahramanların kendilerine olan güveni ve inancı, bizi birincilik kürsüsüne çıkardı. Sonraki yıllarda da sürdü bu ve “tiyatro” denince ilk akla gelen okullardan biri olduk. Bu arada, her türlü gideri çocuklarımızın gönüllü katkılarıyla karşılanan, her türlü çalışmasını kendilerinin yürüttüğü mini bir tiyatro salonu da inşa etmiştik, okulumuzun en atıl noktasında...

Çocuklarımız tiyatroda başarı üstüne başarı kazanıyor, üst üste okulumuza ödül taşıyorlardı ama bu yeterli miydi? Elbette hayır... Tiyatro dışında kalan diğer öğrencilerimize de el uzatmalıydık. Hem de çok iddialı bir şeyler yaparak onların kendilerine ve bize olan inançlarını pekiştirmeliydik. Bizim yukarıda sözünü ettiğim küçük ama bir çınar gibi sağlam grubumuz, yeniden beyin fırtınası yaptı... Ve bulduk: Daha önce hiçbir okulda yapılmamış bir şeyi yapacak, basılı okul gazetesi çıkaracaktık. Çıkardık da... Yine yazı yeteneği üst düzeyde çocuklarımızla “diğerlerinin” dışladığı çocuklarımızı harmanlayıp ilk adı “Pandoranın Kutusu” olan, sonra “Genç Çizgi”ye dönüşen gazetemizi yaklaşık on sayı (beş yıl) çıkardık... Hem de tüm engellere karşın... Hem de çocuklar yollarda çıkardıkları gazeteleri satarak... Hem de yemek paralarını gazete giderleri için harcayarak!

Bu kadar mı? Elbette hayır... Okulumuzu bir kültür merkezine dönüştürmüşlerdi benim kahramanlarım. En ünlü yazar ve sanatçıların katıldığı paneller, konferanslar, seminerler; en ünlü toplulukların katıldığı müzik gösterileri gerçekleştiriliyordu okulumuzda. Yalnızca kendi okulumuzla yetinmemiş, çevre okulların öğrencilerine de dost elini uzatmıştık. Sonraki dönemlerde de hep birlikte, Şişli bölgesindeki tüm okullarla ortaklaşıp bölgemizi bir kültür merkezine dönüştürmeyi başarmıştık...


O kahramanlarla öyle bir ışık kümesi oluşturmuştuk ki, bizim için “olmaz” ve “olanaksız” kavramları yoktu artık... Cesurca yararına inandığımız her etkinlikte en büyük sorumluluğu alıyor; en küçük bir umutsuzluk yaşamadan mücadele ediyor; başarıyor ve ışığımızı tüm çevremize yayıyorduk... Hem de ta Karadeniz’e, Ordu iline kadar etkinliklerimizi yayarak!

Aslında, koskoca bir kitap yazılacak kadar çok şey yaptılar, benim kahramanlarım... Ben sadece küçük birkaç örnek vermekle yetindim, sizi fazla sıkmamak için. Ve benim kahramanlarım, okullarını bitirdikten sonra da, yani bugün elde ettikleri başarıyla da yaparak eğitimin ne denli gerçek eğitim olduğunu tek tek kanıtladılar.

Onları sevmekte, onlara güvenmekte, onlarla gurur duymakta haksız mıyım?

Konular :