ÇOCUK VE EDEBİYAT - ERDAL ÇAKİCİOĞLU

Evet, Eğitim Şart!

Hepimiz Aileyiz Kurumsal Icon hepimizaileyiz.com.tr
Yayın : 28.05.2012

Evet Eğitim Şart

Ünlü şovmenlerden birinin reklam sloganıydı bu söz... Gerçi o “eğlence olsun diye” söylemişti ama doğru söylemişti. Evet, eğitim şart gerçekten...

Öğretmenliğim sırasında da sıkça tartıştığımız bir konuydu bu. Eğitimle öğretimi birbirine karıştıran, dahası öğretimi öne çıkarıp eğitimi neredeyse gereksiz bir iş sayan arkadaşlarımıza, ikisinin çok farklı şeyler olduğunu ve asıl olanın eğitim olduğunu anlatmaya çalışırdık, dilimiz döndüğünce...

Anlatmakla da kalmaz, uygulayarak göstermeye çalışırdık (Sevgili Ayten Erdoğan’ın, Hasan Güzel’in, Celal Kanca’nın, Muhtedi Özdemir’in ve emeği geçen tüm arkadaşların kulakları çınlasın). Göstermeye çalışır ve günümüzün neredeyse tamamını öğrencilerimizle geçirirdik. Kimi zaman tiyatro salonunda sabahlar, kimi zaman bilgisayarların başında uyuyakalır, kimi zaman gençlik kamplarında sabahlara değin nöbet tutardık bir avuç arkadaş...

Biz göstermeye çalışırdık ama bunun en büyük bedelini çocuklarımız öderlerdi; öğretimi öne çıkaran bazı arkadaşlarımızın hışmına uğrayarak. Kim bilir kaç kez çıkardıkları basılı gazeteler başlarında parçalandı yavrucakların... Kim bilir kaç kez aşağılandılar tiyatro salonlarında; kaç kez kovuldular bilgisayar başından. Buna karşın direndiler... Direndiler ve kendilerine böyle acımasızca davrananlarla başarılarını, ödüllerini paylaştılar, hiçbir öfke izi taşımadan.

Ve bugün görüyoruz ki, bizim yapmaya, göstermeye çalıştığımız şey doğruymuş... Onlarda kalan, onların kişiliklerindeki kıvılcımları çakan, bizim yaptıklarımız olmuş... Yani eğitim olmuş. Çünkü eğitim oydu zaten... Olumlu kişilik edinimleri kazandırmak değil miydi eğitim? Toplumsallaştırmak... Özgüven duygusunu geliştirmek... Kendini ifade edebilme gücünü pekiştirmek... Özgür birey olma bilincini ortaya çıkarmak... Sorumluluk üstlenmek, paylaşmak, üretmek, dayanışmak değil miydi?

Ve bugün yine görüyoruz ki, o gün bazı arkadaşlarımızın ısrarla öne çıkarmaya çalıştıkları öğretimin –ezber bilgilerin- zerresi bile kalmamış çocuklarda... Eğer o branşlardan birini seçmemişlerse, bir tek bilgi kırıntısı bile (yaparak öğrenilenlerin dışında) kalmamış, bugünkü donanımlı beyinlerinde.

Buna da üzülmüyorlar hiçbiri zaten... Eğer kimyager değillerse, unuttukları kimya formüllerinin hiçbiri umurlarında değil. Eğer matematik alanında yükseköğrenim yapmamışlarsa, denklemleri unutmak da üzmüyor hiçbirini. Eğer edebiyatla ilgili bir alanda uzmanlaşmamışlarsa, Nedim’im şarkılarını unutmak da keyiflerini kaçırmıyor. Ama hangi alanı seçerlerse seçsinler, o yıllardaki eğitimle edindikleri kazanımlar hep karşılarına çıkmış ve ışık tutmuş onlara...

Öyle diyorlar hepsi.

Evet, her şeyden önce eğitim şart!

Kendini ifade etmekten aciz, pısırık, kendi ayaklarının üzerinde duramayan birinin, bilgi düzeyi ne denli yüksek olursa olsun, kendine ya da topluma ne yararı olabilir?

Özgüvenden yoksun, bir topluluk karşısında bacakları titreyen biri, beyni derya kadar olsa bile, karşısındaki topluluğa ne anlatabilir?

Sorumluluktan kaçan, paylaşmasını bilmeyen, takım ruhundan yoksun biri, bütün bilgileri kafasına doldursanız bile, bunu nasıl kullanabilir?

Örnekleri, sayfalarca çoğaltabiliriz elbette...

Ama ben, uzatıp sizi sıkmak istemiyorum. Son iki örnekten söz ederek bitirmek istiyorum...

19 Mayıs günü, Polis Radyosu’nun “Kitap Sandığı” programına konuk oldum. Her hafta bir yazarı konuk ediyorlarmış. Sağ olsunlar, benimle de telefonla bağlantı kurup programlarına konuk ettiler. Şimdi, “Ne var bunda?” diyeceksiniz, haklı olarak. Ama acele etmeyin böyle bir yargıya varmak için; sözün sonunu bekleyin...

Nurhayat Ünlü adlı bir gencimiz üstlenmiş bu programı... Ve yaşları onla on iki arasında değişen dört tane çocuk sunuyor bu programı.

Evet, çocuklar sunuyorlar, bütün ülkeye seslenerek. Hem de öyle bir sunuyor, karşılarındaki kişiyle öyle sıcak iletişim kuruyor, öyle seçkin sorular soruyorlar ki, değme usta sunuculara taş çıkartıyorlar!

İşte, eğitim bu!

Sevgili Nurhayat Ünlü, eğitimde okulun duvarlarını aşmış... Çevresine topladığı çocuklarını öyle bir eğitmiş ki, şapka çıkardım karşılarında... Yaşları ne olursa olsun, saygı duydum Eray Gökalp ve arkadaşlarına. Değerli Nurhayat Ünlü’yü tüm yüreğimle alkışladım, alkışlıyorum. O çocuklara benim herhangi bir öykümü ezberletmek yerine, doğrudan karşı karşıya getirerek beni tanımalarını sağladı... Benim de onları. Bana soru sormak için birçok kitabımı okudular, düşündüler, tartıştılar, paylaştılar. Hepsini alınlarından, gözlerinden öpüyorum.

Bir benzerini de Konya’da yaşamıştım... Sevgili öğretmenlerimiz Filiz Dinç Kabak, Ayşe Yıldız ve arkadaşlarının öğrencileri, değme büyüklerin düşünüp de soramayacakları sorularıyla, özgüvenleriyle, “İşte, eğitim bu!” dedirtmişti yine bana. Olgun tavırları, bilge duruşlarıyla şapka çıkartmışlardı bana... O çocukları ve öğretmenlerini de asla unutmayacağım.

Ve Ordu’da, Şefika Güney adlı bir öğrenci, kitap okuma oranlarının yerlerde süründüğü ülkemizde, okuduğu kitapların sayısıyla dudak uçuklatıyor... Bununla da yetinmiyor sevgili Şefika, oturup roman yazıyor. Bunu bir yayınevine gönderme medeni cesaretini gösteriyor (yakında Akvaryum Yayınevi’nden çıkacak eseri). Onu eğiten, ona kitap okuma aşkını aşılayan ailesinin ve öğretmenlerinin önünde saygıyla eğiliyorum...

Ben de çocukluğu yaşadım, ben de geçtim öğrencilik sıralarından...

Ve bugün aklımda, sadece beni eğitenlerin kazandırdıklarıyla onların adları var. Çok şey borçluyum onlara, bu borcumu asla ödeyemeyeceğimi de biliyorum. Ama onları hep sevdim, seveceğim... Onları, sadece onları kendime örnek aldım, alacağım.

Onlardan kalan biricik mirası, biz de bizden sonrakilere bıraktık, bırakmaya çalıştık:

Önce insan, önce insanın eğitimi...

Evet, eğitim şart!

Konular :