SEYİR DEFTERİ - FİKRET YILDIRICİ

Kim İstanbul'u Böyle Seviyor?

Hepimiz Aileyiz Kurumsal Icon hepimizaileyiz.com.tr
Yayın : 01.04.2013

Kim İstanbulu Böyle Seviyor

Bir şehrin önemi onun ruhunda saklıdır. Bu ruh bazen şehrin ortasından geçen bir nehirde, bazen güneşinin batışında, çoğunlukla da mimarisinde şekillenir. Şehrin mimarisi, tarihiyle, moderniyle, sanat eseri ile bir bütün olduğunda şehrin ruhuna doyum olmaz. Örneğin Barselona bu ruhun güzel örneklerinden biridir. Mimar Gaudi’nin hayat verdiği bu şehir, Picasso Müzesi, La Rambla caddesi, balık restoranları ve tabii futbol takımıyla bir bütün olarak dünya coğrafyasının harika şehirlerinden birisidir. Tabii ki tüm bu mimari eserlerin yanında, insan da bu ruhun en önemli parçasıdır.

İstanbul 2020 Olimpiyatları’na aday biliyorsunuz. Bu konuda karar verecek yetkililer de bu ruhu kriterleri arasında baş sıraya koyuyorlar. Peki, bu ruh bizim yedi tepeli şehrimizde var mı, daha doğrusu eskiden vardı da, 2020 yılına kadar yaşayabilecek mi?

Böyle giderse kalamayacağına benim gibi pek çok kişinin de inandığını sanıyorum. Şehri bir inşaat sahası olarak gören bir zihniyetin, üstelik bu inşaatların mimari formunun, sadece yukarıya doğru çıkan düz bir çizgi olduğu düşünüldüğünde, fazla söze gerek yok diye düşünüyorum.

Oysa Mimar Sinan bir zamanlar bu şehre bir ruh vermişti; onun eserlerinden birisinin hikâyesi ile devam edelim yazımıza.

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan on yedisine bastığında, iki kişi onunla evlenmek ister (Mihrimah, yani Mihrü Mah, Farsça’da “Güneş ve Ay” anlamına gelir). Evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeriyse Mimar Sinan’dır. Padişah kızını Rüstem Paşa’ya verir. Koca Sinan evlidir, ellisindedir ve de Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır! Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama aşkını, olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır. Üsküdar’a, Saray’ın isteğiyle elbet, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii’nin temelini atar ve 1548’de bitirir. Camiyi yaparken, eserine sanki “etekleri yerleri süpüren bir kadının” dış çizgilerini verir. Derken, ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da, pek kimselerin uğramadığı ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine, ikinci bir eser yapmaya koyulur Mihrimah Sultan’a. Cami küçücüktür. Minaresi otuz sekiz metredir, bir adet incecik kubbesi üzerindeyse 161 pencere, camiin iç güzelliğini aydınlatır. İçerdeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işlemeler Mihrimah Sultan’ın topuklarını döven saçlarını anımsatır insana. İşte, aşka adanmış iki eser. Şimdi, gidin Edirnekapı ve Üsküdar’daki camileri aynı anda görebileceğiniz bir yer seçin ve 21 Mart’ta, yani geceyle gündüzün eşit olduğu günde seyreyleyin. Unutmadan, 21 Mart Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür. Göreceğiniz manzaraysa şudur: Edirnekapı camiinin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar’daki camiinin ardından ay doğar!

Bundan sekiz sene önce yazdığım şiirimde İstanbul’u sevmek için gerekenleri yazmıştım:

Bu şehri sevmek için,
Biraz adres, biraz tarih bilmek lazım,
Haliç köprüsünün altında rakı içmek,
Boğazın kıyısında balık tutup, martılara simit atmak lazım,
Kız kulesi arkanda bir fotoğraf karesinde olmak,
Adalarında faytona binmek lazım,
Mimar Sinan’ın Mihrimah’a olan aşkını,
Aşk merdivenlerinden çıkılınca Galata’ya gelindiğini bilmek lazım,
Tozunu yutmak, yağmurunda ıslanmak,
Trafiğinde sıkışıp küfretmek,
Yine de İstanbul’u sevmek lazım…

Konular :