Bir Çocuk Resmi İstiyorum…
Şöyle kocaman kocaman gülen bulutlar olsun öncelikle…
Renkli renkli balonlar, yüzümde avazım çıktığınca bağıran bir mutluluk
Yanımda en sevdiğimden limonlu dondurma ya da daha da sevdiğim Ayşe veya Leyla…
Annem yanımda, belki kardeşim…
Babam belki de ama belki de…
Hem yaz yağıyor güneş olarak üzerime, hem kar kendini beyaz beyaz gösteriyor.
Bütün istediklerimin yer aldığı bir çerçevede.
Hepimizin hatırladığı ve şimdi de çocuklarımızın çizdiği bu resimleri bir anne ve yetişkin olarak “okumak” istersem benim anladığım mantık şu oluyor:Aslında hiçbir şeyi çok ciddiye almamak gerektiği, biz olağanca ciddiyetimizle gözyaşı döktüğümüzde bulutlar sel olup akıyor ve diyor ki bize: “Hey sen oradaki, bir damla da boğarım seni benim göz yaşım bak ne kadar çok öfkeni ağlamakla çıkarmak ne kadar doğru iyisi mi her sıkıştığında gözyaşına koşma… Senden büyük, senden daha çaresizler de var!”
Elimizde her resimde olan dondurma ise: “Tadını çıkar işte hayatın böyle bir elinde tadına tat katan ben, diğer elinde sevdiğin annen, arkadaşın…”
Güneş hiç susar mı: “Benim sıcaklığım sana sevgi olsun, etrafın hep seni sevenlerle dolsun…”
Her ağızdan duymak istediğimiz sözcükleri doğa kulağımıza kalemi ilk alışımızdan itibaren fısıldayıveriyor…
O yüzden mutluluğun resmini çizdiğimizde ailemizi hep güneşin olduğu, bulutların güldüğü, ağaçların yemyeşil göründüğü bir tabloyla eşleştiriyoruz.
Doğaya iyi bakalım, en sevdiğimiz şeyleri korur gibi koruyalım, atmayalım yerlere çöpleri olmaz mı?.. Çocuğumuzun yanında yerlere tükürmeyelim. Hele bu aylarda çıkacak olan pamukçukları sanki sağlıksızlığın tek nedeni onlarmış gibi düşünüp ağaçların dallarını gövdelerinden ayırmayalım.
Köklerini içip şifa bulduğumuz bitkileri, içtiğimiz çoğu ilacın içinde bulunan zerdeçalları, rezene, sarı kantaronu koruyalım.
Doğa bizim ailemiz, annemiz babamız, kardeşimiz…
Doğa herkesin ailesinin bir diğer ferdi; yoksa mutluluğun resminde ne işi olurdu öyle değil mi?